29 Ağustos 2010 Pazar

Gemi limana girerken gün çoktan kendini belli etmişti. Güneşin görünmediği gri gökyüzü ona bu şehri geride bıraktığı günü hatırlatıyordu. Koyu renkli bulut kümeleri sanki her an, anılarla yüklü damlaları serbest bırakacaklardı. Yağmur gözlerinin önünde önce bir perde oluşturacaktı ardından perde açılacak ve o ayrılık günü sahnelenecekti… Gök gürlerken Yusuf cebinden çakısını çıkardı…

...
“ Benim bu halimle uğraşmanı istemiyorum, anladın mı !! Gözüm hiçbir şeyi görmüyor. Sana zarar vermek istemiyorum. Şu an bile hayatını mahvediyorum…"
...
" Yarın gidiyorum. “
“ Nereye ? “
“ Limandan kalkan bir gemi var. Önce Akdeniz’de birkaç şehre uğrayacakmış. Biz de ordan başka bir gemi bulup daha uzun süre denizde kalmaya niyetliyiz. Abdül de geliyor…“
“ Ne zaman geri döneceksin ?”
“ Sana soruyorum cevap ver be adam ! Ne zaman döneceksin !”
...

Haftalardır ilk defa karaya ayak basacak olan mürettebat güverteye doluşmuş bekliyordu. Bazıları da geminin limana demirlemesi için gerekli hazırlıkları yerine getiriyordu hala. Yükleri sabitleyen ipler bir bir çözülüyordu. Büyük bir vinç ilerden harekete geçmişti bile, bu devasa paslı gemi vazifesini tamamlamıştı, şimdi yükünü boşaltıp o da rahatlamayı hak ediyordu…

Abdül, güvertede Yusuf’u arıyordu. İşçilerin merdivenden inmek için sıraya girip bekleştiği yerde değildi Yusuf. Biraz arkalara doğru yürüdüğünde onu gördü. Korkuluklara tutunmuş, yüzünü geldikleri tarafa – açık denize- dönmüştü. Kamburunu çıkartmış önündeki bir şeyle uğraşıyordu.

“ Şu zıkkımdan kurtulamadı gitti ! “ dedi Abdül kendi kendine. Yanına gittiğinde Yusuf’un çakısıyla zipposunun üstüne bir şeyler kazıdığını fark edince şaşırdı.. Bugünün tarihi.

“ Hadi artık gidelim ! Depo suyu içmekten bıktım burada … “

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder